Hilafetin Kaldırılışının 97.Yılında “Halifeliğin Kuvveti Yoktu” Diyenlere Cevap
Hilafetin kuvveti yok muydu? “Halifeliğin kuvveti, nüfuzu yoktu, Cihad-ı Ekber tesirsizdi” diyenlere cevap
Çin’in tekstil üretim fabrikalarıyla başa baş rekabet edebilecek durumda olan propaganda ve slogan üretim fabrikası “Milli Eğitim”in Müslümanlara verdiği zarar o denli ciddi boyutlara ulaştı ki, bu slogan ve propagandalar sonucu Müslüman olduklarını iddia edenler bile Islam’ın öngördüğü ve Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali (Allahu Teala hepsinden razı olsun) efendilerimizin oturdukları “Hilafet” makamına karşı çıkıyor ve kaldırılmasını onaylıyorlar.
Adı üstünde, “Milli” Eğitim… Yanlı, taraflı eğitim… Objektif değil, subjektif eğitim.
Doğruları değil, kendine uygun olanı beyinlere nakşediyor.
Hilafete gerek olmasaydı bu mübarekler neden Halife oldular? Haşa, dinde olmayan bir şey mi icat ettiler? Hilafetin dinde yeri olmadığını bu mübarekler -haşa- bilemediler de M. Kemal Atatürk mü bildi?
Türkiye’de çoğunluğun amelde mezhebi Hanefiliktir, itikaddaki mezhebi ise Matüridiliktir. Matüridi alimi Imam Ebû Muin En Nesefi (rahmetullahi aleyh) “Bahrü’l Kelam” isimli eserinde:
“Üzerimizde Islâm devlet başkanı olan imamı görmeden bir günün geçmesi caiz değildir. Imametin hak olduğunu kabul etmeyen kimse kâfir olur. Çünkü dini hükümlerden bir kısmının edası, imamın varlığına bağlıdır. Cum’a namazı, bayram namazları ve yetimleri evlendirmek ve bunun gibi. Imamı inkâr eden kimse farzları inkâr etmiş olur. Farzları inkâr eden de kâfir olur” diyerek, hilafetin önemini ortaya koymuştur.”[1]
Kemalist ideolojiyi yaymakla görevli kılınan okullarda ise Hilafetin gereksiz (!) olduğu tezine ilaveten, Hilafetin kaldırılmasını haklı göstermek gayesiyle birtakım yalanlar uydurulmuştur. “Halifeliğin nüfuzu ve kuvveti kalmamıştı”, “Müslümanlar Hilafeti istemiyorlardı”, “Halife’nin Cihad fetvasına uymadılar”, “Halife’ye isyan ettiler”… gibi birçok zırva üretilmiştir. Halifelik makamının kuvvete malik olmadığı zaman ilgası mı gerekmektedir, yoksa güçlenmesi için çareler mi aranmalıdır?
Halife’ye karşı isyan edilmesi Hilafetin kaldırılmasını mı gerektirir? O halde 3. Halife Hz. Osman (radıyallahu anh) efendimizin isyan sonucu şehit edilmesinden sonra Hz. Ali (radıyallahu anh) efendimizin Halife olması nasıl izah edilecektir? M. Kemal Atatürk ve avenesi mi daha iyi biliyor, yoksa ilmin kapısı Hz. Ali (radıyallahu anh) efendimiz mi? Hilafetin etkisi yoktu diyen M. Kemal yaşasaydı da; “Kurduğun Iş Bankası’nın sermayesi nereden geldi?” diye sorabilseydik. Veya Kurtuluş Savaşı’nda Müslümanları peşine takmak için neden “Hilafeti kurtaracağız” parolasıyla hareket ettiğini…
Kemalistlerin yukarıda sıraladığımız iddiaları uydurmadan başka bir şey değildir. Allahu Teala’nın izniyle konumuzda bu uydurmalara gereken cevabı vereceğiz.
Kemalistlerin iddialarının aksine, Hilafetin öyle kuvvetli bir etkisi vardı ki, Ingilizler Hilafeti, doğrudan doğruya kendileri kaldırmaya cesaret edememişler ve Müslümanların “kendilerinden sandıkları” M. Kemal Atatürk eliyle kaldırmışlardır. Çünkü sömürgeleri altındaki Müslüman ülkelerden gelebilecek tepkiden çekinmişlerdi.
18 Mayıs 1919’da Ingiltere’nin Hindistan Naibi, Hindistan Bakanlığı’na gönderdiği acil ve gizli telgrafta şöyle diyordu:
“Türkiye’nin Hristiyan devletler tarafından tamamen parçalanmış olduğu görünümü, Müslümanları, Islam adına Cihad başlatmada Emir’i (Halife’yi) desteklemeye sevkedebilir. Bir Islam ayaklanması olasılığı ihtimal dışı sayılmamalıdır.”[2]
Bu telgraftan birkaç gün sonra, 23 Mayıs’ta Paris’teki Ingiliz Büyükelçisi Lord Derby, Lord Curzon’a gönderdiği yazıda, Fransız yazar Pierre Loti’nin Barış Konferansı’nda Islam Halifesine karşı girişilecek hareketin Afrika’dan Hindistan’a kadar binlerce Müslüman arasında akislere yol açacağına ve Fransa’nın çıkarlarını büyük ölçüde etikleyeceğine dair bir uyarı yaptığını bildirmiştir.[3]
Mayıs 1919’da Ingiliz Genelkurmay Başkanı Mareşal Wilson bir rapor yayınlamıştır. Raporda şöyle denmekteydi:
“Ingiltere’ye bağlı Islam ülkeleri halkı, Türkiye’ye karşı iyi duygular besliyor. Bu kışkırtıcılar için verimli bir ortam hazırlıyor. Ingiltere’nin Islam aleyhtarı bir siyaset izlemesi çılgınlıktır. Türkiye’ye yardımda bulunalım. Islam aleyhtarı siyasetimiz yüzünden bize dost olması gereken Hindistan, Mısır ve Suriye’de çok sayıda asker bulundurmak zorunda kalıyoruz.’[4]
Bu iki büyük işgalci devletin müşterek kaygısından “Hilafet”in gücünü ve etkisini görmek mümkündür.
Bunun içindir ki, Hilafetin kaldırılması Batı’da özellikle de Ingiltere’de büyük sevinç yaratmıştı.[5]
Akademisyen tarihçi Prof. Dr. Baskın Oran, Hilafetin kaldırılması hakkında şunları yazıyor:
“Doğrudan Musul sorunuyla bağlantılı olmasa da, Musul sorunu sırasında 3 Mart 1924 tarihinde halifeliğin kaldırılması da Türkiye’nin aleyhine olmuştu. Öncelikle bu karar dünyadaki Müslümanların tepkisini çekmişti. Hatta Ingiliz yönetimi de Türkiye’nin din etkenini kullanmasından ve özellikle Mısır ve Ortadoğu’nun diğer bölgeleri ile Hindistan’daki Müslümanların etkisinden çekiniyordu ve bu kararı memnuniyetle karşılamıştı. Hatta Ingiliz yetkilileri kendi aralarındaki yazışmada ‘Türklerin bindiği dalı kestiklerini’ belirtmişlerdi. Ikinci olarak halifeliğin kaldırılması Şeyh Said Isyanı’nın nedenlerinden birini oluşturmuştu.”[6]
Nitekim Ingiliz Dışişleri’nden Randel’in Ingiliz arşiv belgelerindeki ifadesi, Prof. Baskın Oran’ı doğrulamaktadır:
Türkler şu anda Doğu milletlerini peşinden sürükleyecek milletler içinde en sonuncusudur. Halifeliğin kaldırılmasıyla Islam dünyasındaki liderlik mevkilerini bilinçli olarak yıkmışlardır.[7]
Büyükelçi Lindsay’in 8 Mart 1924 tarihinde Londra’ya gönderiği rapor fevkalade enteresandır. Türklerden aldığı bilgilere göre, Türkler Hilafeti kaldırırken, Musul meselesinde bundan yararlanmayı düşünmüşlerdir; Hilafetin kaldırılmasıyla Ingiltere’ye Panislamizm’in öldüğünü göstermek, artık bundan korkması için sebep kalmadığını anlatmak istemişlerdir.[8]
Demek ki, Hilafetin etkisi kemalistlerin iddia ettikleri gibi kaybolmamış, bilakis düşmanlarımızın daima korkulu rüyası olmuştur.
Nasıl olmasın? Gerek sünni ve gerekse şii Müslümanlar Hilafet için ellerinden geleni yapmışlardır. Halife’nin Cihad çağrısının diğer Müslüman ülkelerde beklenen etkiyi gösterememesi, Halife’ye olan bağlılığın zayıflığından veya Müslümanların duyarsızlığından değil; onların da işgal altında bulunmalarından kaynaklanmıştır. Diğer bir sebep ise Ingilizlerin başarılı propaganda faaliyetleridir[9]. Bundan dolayı iletişim araçlarından mahrum kalan Müslümanlara Cihad ilanı gereği gibi duyurulamamış, bu ilandan haberdar olanlarada Ingilizler, Islam’ın kutsal topraklarının ve Osmanlı Devleti’nin paylaşılmayacağı garantisini vermiştir.[10]
Ingilizler, “Halife’nin Almanlar ve Ittihatçılar tarafından esir alındığını ve onun kurtarılması için savaştıklarını” söyleyerek kandırdıkları onbinlerce hintli Müslümanı Çanakkale’ye göndermişlerdir.[11]
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1921’de Ingilizler tarafından yaklaşık 20.000 Hintli asker Anadolu’ya sevkedilmiştir.[12] Yalnızca Hintli Müslümanlar değil, Türkistan ve Çin’den gelenler de vardı.[13] Ancak gerçeği öğrenen Hintli Müslümanlar büyük bir öfkeye kapılmışlar ve bizim saflarımıza geçmişlerdir.[14] Bunun üzerine ülkelerine gitmeleri için ingilizlerce terhis edilen 10.000’den fazla Hintli Müslüman, Osmanlı Devleti menfaatleri lehinde çalışmak amacıyla ülkelerine gitmeyeceklerini bildirmişlerdir.[15] Hindistan’da bulunan Müslümanlar da Ingilizlerin asıl maksadını görür görmez evvela protesto ettiler, bunun bir netice hasıl etmeyeceğini anlayınca da maddi vasıtalara başvurdular ve Kurtuluş Savaşı için yardım toplamaya başladılar.[16]
Prof. Dr. Erol Güngör’ün “Islam’ın Bugünkü Meseleleri” adlı kitabında bazı önemli bilgiler var. Güngör, Osmanlı Imparatorluğu’nun 1915 yılında Itilaf Devletleri’ne karşı dünya Müslümanlarına hitaben yaptığı “Cihad” çağrısının aslında sanılandan – veya gösterilenden – çok daha etkili olduğunu anlatıyor. Çeşitli tarihsel kaynakları dipnot vererek şöyle diyor:
“Cihad Fetvası doğurduğu neticeler itibariyle çok defa yanlış anlaşılmıştır. Islam dünyasının bu çağrıya hiç aldırış etmediği, hatta Müslümanların Osmanlı ordularına karşı Ingilizler safında çarpıştığı veya onlar hesabına Türklere ihanet ettikleri söylenir. Meseleyi biraz derinliğine araştıranlar göreceklerdir ki, bu iddialar bazı gerçeklerin yanlış yorumuna dayanmaktadır. Cihad Fetvası’nın istenen tesiri gösteremeyişinin başlıca sebebi, o çağda Islam dünyasının bir mihrak etrafında savaş için organize olabilmesi şöyle dursun, bizzat savaş davetini gereği gibi duyuracak komünikasyon imkanlarından bile mahrum bulunmasıydı. Ingiliz propagandasının Cihad Fetvası’ndan daha tesirli olduğu ve bu propaganda sayesinde fetvanın tam tersine bir maksat için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Çanakkale muharebelerinde bize karşı Ingiliz saflarında çarpışan Müslüman sömürge askerleri arasından alınan esirlerin sorgularından çıkan neticeye göre, bu askerler dinsiz Ittihatçılar’ın Halife’yi hapsettikleri ve Ingilizler’in de onu kurtarmak için Ittihatçılar’a savaş açtıkları propagandasına inandırılmışlardı. Imparatorluk dışında en çok Müslüman nüfus barındıran Hindistan’da da bu hususta çok kesif bir propaganda yapıldığı görülmektedir. Ingilizler savaş sırasında Hint Müslümanlarını “harbin bir mahiyet-i diniyyeyi haiz olmadığına, Osmanlı padişahına ve Islam’ın saltanatına hiç bir zararı dokunmayacağına” inandırmışlardı. Ayrıca Lordlar Kamarası’nda “Hilafet’e ait hiç bir şeye müdahale olunmayacağı, muharebenin ancak Ittihat ve Terakki Cemiyeti’yle olduğu” beyan edilmişti. Nitekim Mekke Emiri Şerif Hüseyin de kendi isyan hareketinin ‘Halife’nin değil, ancak bozkurda ibadet edecek derecede Turancılıkla meşbu (dolmuş) olan nazırların (Bakanların) aleyhine’ olduğunu bildirmişti.”[17]
Prof. Güngör, I. Dünya Savaşı sonrasında da dünya Müslümanlarının Osmanlı’ya ve Türkiye’ye yönelik süregiden sadakatlerinden şöyle söz ediyor:
“Harbin sonunda Osmanlı topraklarının parçalanması, Istanbul’un ve Halifeliğin Türkler’den alınması veya Halife’nin devlet reisliği sıfatından sıyrılarak papa gibi sırf ruhani bir lider mertebesine indirilmesi fikirleri ortaya çıkınca, Hindli ve Mısırlı Müslümanlar arasında büyük reaksiyonlar görüldü. Hind Müslümanları Ingiliz hükümetine Hilafet’e dokunulmaması ve Türk devletinin parçalanmaması konusunda çeşitli yerlerde ve birçok defa tehdide kadar varan protestolar yağdırdıktan sonra, Anadolu’daki kurtuluş mücadelesine büyük maddi ve manevi yardımlar yapmışlardır ki, bu yardımların mahiyeti ve akıbeti herkesçe bilinmektedir.[*] Dikkati çekecek bir başka husus da, Hilafet’i korumak üzere harekete geçenler arasında Sünni olmayan Müslümanların da (Ağa Han gibi) bulunmasıdır.”[18]
Hindistan Müslümanlarının Hilafete bağlılığı o denli kuvvetliydi ki, Hindistan’ı ayağa kaldırdılar… Hint Ulema Cemiyeti, Osmanlı Hilafetine ve Türklere destek için Camilerde örgütlendi. 20 Mart 1919’da Bombay’da 15 bin kişinin katıldığı büyük bir mitingde “Hilafet Komitesi” kurulması kararı alındı… Müslüman olmayan Mahatma Gandhi bile bir bildiri yayınlayarak Hinduların Hilafet Hareketi’ni desteklemesini istedi, kendisi Hilafet Komitesi toplantılarına katılarak açıkça destek verdi, Türkleri ve Hilafet Hareketi’ni desteklemenin Hindular için de bir “dini görev” olduğunu ilan etti.[19]
Nihayet 14 Kasım 1919’da Merkez Hilafet Komitesi kuruldu. Gandhi komitenin bir toplantısına başkanlık yaptı. Hilafet Hareketi, Hindistan’da büyük bir halk hareketine dönüştü.[20]
Mahatma Gandhi’nin Hilafete destek vermesinin sebebi, emperyalistlerin sömürüsünden ancak “Hilafet” ile kurtulabilineceği kanaatine vardığından olsa gerek. Böylece Ingilizlerin neden Hilafeti kaldırmak istedikleri daha iyi anlaşılıyor. Ayrıca bütün Hindistan’da Osmanlı’ya teklif edilen Sevr Barış Projesi protesto edildi ve bu hareket hızla yayıldı… Gandhi de destekledi… Gelişen hareket, Muhammed Ali ve Şevket isimli iki kardeşin liderliğinde “Hint Hilafet Hareketi”ne dönüştü.[21]
Türkiye’ye destek olmak için Hindistan’da “sivil itaatsizlik” anlamında “hicret” ve “boykot” hareketleri hızla yayıldı ve Ingiltere üzerinde ağır bir baskı kuruldu. Yaklaşık 60 bin kişi Afganistan’a hicret etmek için yola çıktı.[22]
Kemalistlerin “nüfuzu yoktu” dediği Hilafet için 60 bin insan evini barkını terk etti…
KAYNAKLAR:
[1] Imam Ebû Muin En Nesefi, Bahrûl Kelam, Konya, 1977, sayfa 179.
[2] Ingiliz Devlet Arşivi (İDA), FO 371/4231/98558.
[3] Ingiliz Devlet Arşivi (İDA), FO 371/4179/79172: Derby’den Curzon’a yazı, Paris, 23.5.1919.
[4] Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Mondros’tan Erzurum Kongresi’ne (30 Ekim 1918–22 Temmuz 1919), cild 1, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1993, sayfa 227.
[5] Ömer Kürkçüoglu, Türk-Ingiliz Ilişkileri, (1919-1926), Sosyal Bilimler Fakültesi Yayınları, Ankara 1978, sayfa 305, 309.
[6] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Iletişim Yayınları, Istanbul 2001, sayfa 267.
[7] Mim Kemal Öke, Belgelerle Türk-Ingiliz Ilişkilerinde Musul ve Kürdistan Sorunu, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 1992, sayfa 170.
[8] Bilal Şimşir, Ingiliz Belgelerinde Atatürk, cild 5, Türk Tarih Kurumu (tamamı altı cild: 1992-2005), sayfa 413.
[9] Mustafa Keskin, Hindistan Müslümanlarının Milli Mücadele’de Türkiye’ye Yardımları (1919–1923), Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1991, sayfa 32 – 34.
[10] Mim Kemal Öke, Güney Asya Müslümanları’nın Istiklâl Davası ve Türk Milli Mücadelesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988, sayfa 26.
[11] Mustafa Keskin, Hindistan Müslümanlarının Milli Mücadele’de Türkiye’ye Yardımları (1919–1923), Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1991, sayfa 32 – 34.
[12] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dâhiliye Nezaret-i Emniyet-i Umumiye Seyrüsefer Müdürlüğü, no: 37 – 153, 19.Z.1337.
[13] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Meclis-i Vükela Mazbataları, no: 214 – 58, 01.Ca.1337
[14] Mustafa Keskin, Hindistan Müslümanlarının Milli Mücadele’de Türkiye’ye Yardımları (1919–1923), Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1991, sayfa 36 – 51.
[15] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dâhiliye Nezaret-i Emniyet-i Umumiye Seyrüsefer Müdürlüğü, no: 40 – 1, 04.R.1338.
[16] Ismail Hacıfettahoğlu, Milli Mücadelede Hilâl-i Ahmer-TBMM’nin Teşkilinden Sakarya Zaferi’ne Kadar Icraat Raporu 23 Nisan 1920 – 1923 Eylül 1921, Ankara Nisan 2007, Türk Kızılayı Derneği Yayınları, sayfa 34.
[17] Erol Güngör, Islam’ın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Neşriyat, 1981, sayfa 159, 160.
[18] Erol Güngör, Islam’ın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Neşriyat, 1981, sayfa 160, 161.
[19] Mim Kemal Öke, The Turkish War of Independence and the Independence Struggle of the South Asian Muslims “The Khilafat Movement”, A Publication of Türkiye Minister of Culture, Ankara 1999, sayfa 65, 66.
[20] Ismail Hacıfettahoğlu, Milli Mücadelede Hilâl-i Ahmer-TBMM’nin Teşkilinden Sakarya Zaferi’ne Kadar Icraat Raporu 23 Nisan 1920 – 1923 Eylül 1921, Ankara Nisan 2007, Türk Kızılayı Derneği Yayınları, sayfa 19.
[21] Azmi Özcan, Osmanlı Devleti Hindistan Müslümanları ve Ingiltere (1877–1924), Isam Yayınları, Ankara 1997, sayfa 235 ve devamı.
[22] Azmi Özcan, Osmanlı Devleti Hindistan Müslümanları ve Ingiltere (1877–1924), Isam Yayınları, Ankara 1997, sayfa 240 – 242.
Ayrıca bakınız; M. Kemal Öke, Güney Asya Müslümanları’nın Istiklal Davası ve Türk Milli Mücadelesi, 1919-1924, 3. baskı, Kültür Bakanlığı, Ankara 1988, Türkiye Diyanet Vakfı Islam Ansiklopedisi, cild 18, sayfa 108 – 111.